"KIZ VERİLMEZ" AMA SON DERECE SAYGIN
Henüz genç bir muhabir ve Hürriyet Gazetesi çalışanı olduğum 80'lerin son günleri..
Gecenin kör karanlığında yorgun argın döndüğüm gazetede servis şefimizin odasının camına küçük bir bant parçasıyla asmış olduğu notu görünce, başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Şefimiz merhum Vehbi Sargın, altına imzasını da attığı A4 ince saman kağıda daktilo ile şu notu düşmüştü:
"Kovulmak onursuzluğundan kurtulmak için derhal istifa et."
Kızgın, kırgın, ne olduğunu anlamlandıramadığım "hiddetin sebebini" öğrenmek için, -o günlerde daima yaptığım şekilde- yan yana bitiştirdiğim üzeri deri kaplı, tahta ve son derece rahatsız sandalyelerin üzerinde zorlukla sabahı sabah ettim.
Günün ilk ışıklarıyla odasına gelen Vehbi Ağabeyin kızgın ifadesiyle, hiçbir söz söylemeden önüme attığı zarfı açınca, notun sebebini anladım.
Bir iş için davet edilmiştim. Zarfa da adıma düzenlenmiş bir THY bileti bırakılmıştı.
Tamamen bilgim dışında gelişen olayın aslını öğrenen merhumun kızgınlığının geçmesi çok sürmedi. Yumuşadı ama, "Notu sakla dilersen." demekten de kendini alamadı.
1995 Ağustosunda elim bir kaza sonucu kaybettik merhum Sargın'ı, (rahmetle anıyorum) notu hala arşivimde..
Bana ifade ettikleri ise, aklımda ve yüreğimde..
***
Son günlerin popüler konusu; olup biten, dönüp dolaşan iddialar..
Milyonların izlediği, kimi psikiyatristlere göre "röntgencilik" tatmini yaratan videolar. Memleket ile ilgilenme dolayımı çok da olmadan, sadece o kapalı kapının arkasını görebiliyor olmak..
Ve üzerine hemen her kesimden söz söyleyen, yazan ve çizenler.
Son dikkatimi çeken, Sabah yazarı Yüksel Aytuğ'un cuma günü yayımlanan yazısı ve sürece atıfta bulunarak gazetecilik mesleğinin geldiği son noktaya değindiği şu ifadeleri oldu:
"Hemen her gün, dürüst gazetecilerin meslekleri adına utanmalarına yol açan, Türk basınının saygınlığını ve güvenilirliğini halkın gözünde yerle yeksân eden gelişmeler, iddialar, açıklamalar ortaya çıkıyor.
Gazetecilik, 'kız verilmeyecek' mesleklerden biri haline geleli çok oldu zaten.
Neden? İçimizdeki bu süne zararlılarını bizzat kendimiz temizleyemediğimiz için.."
Birileri de hemen atladı:
Sabah yazarı Yüksel Aytuğ kız verilmeyecek mesleği yazdı...
***
Aytuğ'u okurken; Prof. Dr. Suat Gezgin'in -onlarca akademisyenin katkısıyla hazırlanan- İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi “Türkiye Sözlü Basın Tarihi Araştırma Projesi(*)”nde yer alan Bedii Faik söyleşisini hatırladım.
Gazeteci-yazar merhum Bedii Faik Akın, "...Çünkü eskiden ölçü budur." ifadesiyle başlayan sözlerine, "Kız vermezlerdi. Gazeteciye kız verilmemesi, gazetecinin itibarsızlığı manasında değildir. Gazeteciliğin fukaralığı manasındadır. Hiç kimse kızını sıkıntıya sokmak, kızını sıkıntılı bir hayata göndermek istemez ama itibar bakımından o devir gazeteciliği başkadır." diyordu.
Aynı söyleşide Bedii Faik, şu sözleri de söylemişti:
"Benim yazar olduğum Babıâli'de, araba (otomobil) sahibi gazete patronu bir elin parmaklarıyla sayılabilirdi: Yunus Nadi Bey'in vardı, iki oğlunun vardı, Ethem İzzet Bey'in vardı. Selim Ragıp'ın yoktu. Cihat Baban'ın yoktu, Ebüzziya Ziyaettin Bey'in yoktu."
Bedii Faik'in ‘otomobili yok’ diyerek saydığı isimlerden Selim Ragıp; Son Saat ve Son Posta gazetelerinin sahibi, Demokrat Parti kurucularından, 9. ve 10. Dönem Bursa ve de 11. Dönem İzmir Milletvekili, Selim Ragıp Emeç'ten başkası değil..
Zekeriya Sertel'le birlikte 1,5 yıl Sultanahmet Cezaevi'nde, 27 Mayıs Darbesi sonrasında da Yassıada'da 4 yıl 2 ay hapis yatan Selim Ragıp Emeç'in dört çocuğundan 3'ü kendisi gibi baba mesleğini, gazeteciliği seçti.
***
O üç çocuktan bir tanesi, 1990'da suikaste kurban verdiğimiz basın şehidi merhum Çetin Emeç..
Hürriyet ve Milliyet Gazetelerinin Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç, aynı zamanda, Hürriyet Gazetesi'nin yönetim kurulu üyesi olarak da görev yapmaktaydı.
Gazeteci-yazar merhum Emeç, vefat ettiği ana kadar son yıllarında -o gün, markanın kullandığı reklam sloganıyla- "En İyi Yerli", Ford - Otosan üretimi bir araca bindi.
Çakarsız ve sirensiz..
Hatta, hafızam beni yanıltmıyorsa o araç kendisinin de değildi.
***
Aslında şu birkaç satır dahi, Türkiye’de sosyal, ekonomik, siyasal süreçlerde toplumsal değişimin çoğu kez merkezinde yer alan medyanın, bir manada nereden nereye geldiğinin de basit bir göstergesi sanki.
Tam altmış bir yıl demokrasiye uzanan yolu aydınlatmış bir meşalenin, "bizim mesleğin yıldızı" kabul edilen, Le Monde'un kurucusu Hubert Beuve-Méry'nin sözleriyle noktalayalım:
Hey! Genç arkadaşım... Lütfen kendi kartvizitin ile gazeteninkini karıştırma! Gazete, her uzanan elin mıncıklayabileceği bir orta malı değildir!
(*) 2009 yılında İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde “Türkiye Sözlü Basın Tarihi Araştırma Projesi” başlığıyla, Prof. Dr. Gezgin’in yürütücü, Doç. Dr. Veli Polat ve Doç. Dr. Esra Arcan’ın koordinatör, 29 akademisyenin danışman ve 9 akademisyenin de araştırmacı olarak katkıda bulunduğu ve “herhangi bir finansal destek alınmadan İ.Ü. İletişim Fakültesi çalışanlarının gönüllü desteği ile” hazırlanmış akademik proje, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları etiketiyle ve 3 cilt olarak hazırlandı. (Vesilesiyle, Bedii Faik Akın'ın, 2002'de Doğan Kitap'tan çıkan "Matbuat Basın Derken… Medya" isimli 4 ciltten oluşan anılarını edinip okumanızı tavsiye ederim..)