Yıl 1936. Günlerden Salı, 19 Mayıs.. Mustafa Kemal Atatürk Dolmabahçe'de, yanında Şükrü Kaya, Ruşen Eşref, Kılıç Ali, Salih Bozok, Mehmet Soydan, Nuri Conker..
Sevgi Yamaç Yalçın'ın ani ölümü, ölüm gerçeğini ve acısını buzlu, soğuk bir su gibi serpti yüzümüze.
Bir süredir, yaşadığımız salgın süreci ve gelişmelere ilişkin özellikle televizyon yayınlarında yoğun bir misenformasyona (medya aracılığıyla gerçek bilginin eksik veya yanlı şekilde sunulması) denk geliyorum.
Çok değil, birkaç ay önce Radyo Televizyon Üst Kurulu'ndan TV kanallarına, 'her konunun uzmanı' kişilere dikkat uyarısı geldi.
Geride bıraktığımız hafta önemli bir olayın; Türk basınının ve Türkiye'de gazeteciliğin gelişmesinde önemli bir yer edinmiş, usta bir gazetecinin ölüm yıldönümüydü.
"Yaklaşık iki asırdır kendi hikayelerimizi ve masallarımızı unuttuk. Başkalarının masalları içerisinde kendimize bir yer aradık. Başkalarının kahramanlarını kendi kahramanlarımızla karşılaştırıp, bizim niye böyle kahramanlarımız yok diye adeta kendi kendimizi kahrettik."
İletişim profesörü Brian McNair (*), özellikle siyasi konular üzerine analiz yapan gazeteciler için "political pundit" ya da "journalist as pundit" terimini kullanır.